Allah’a Hamd ve Sena İle İlgili Duası

Allah’a Hamd ve Sena İle İlgili Duası

Allah’a Hamd ve Sena İle İlgili Duası

İmam (a.s), duaya Allah’a hamd ve sena ile başlar ve şöyle buyururdu:
Hamd Allah’a ki ilkdir, O’ndan önce bir ilk yoktur; sondur, O’ndan sonra bir son yoktur.
Gözler O’nu görmekten, tahayyüller (vehimler) O’nu vasfetmekten âcizdir.
Kudretiyle dilediği gibi yepyeni bir yaratık meydana getirdi. Sonra onları irade ettiği yola
koydu, sevgisi yolunda ilerleyebilmelerini sağladı. Öne geçirdiğini ertelemeye,
ertelediğini önce geçirmeye güçleri yetmez. Onlardan her bir ruh için paylaştırılmış belli
bir rızk tayin etti. O, birine çok rızk verdi mi kimse onu azaltamaz; birine de az verdi mi
kimse onu çoğaltamaz.
Sonra onların her biri için vakitlendirilmiş bir ecel, sınırlandırılmış bir süre belirledi. Her
geçen gün adım adım ona doğru ilerlemekte, her geçen yıl ona daha bir yakınlaşmaktadır.
Süresi dolunca da vaad ettiği bol sevapla ödüllendirmek ya da sakındırdığı azapla
cezalandırmak üzere ruhunu kabzeder. “Böylece kötüler en kötü işlerinin karşılığını
görürler; iyiler de iyi amellerinin ödülünü en güzel şekliyle alırlar.” (Necm /31) Çünkü
adaleti bunu gerektirmektedir. İsimleri kutsal, nimetleri açıktır. “O, yaptığından dolayı
sorgulanmaz, bilakis onlar sorgulanırlar.” (Enbiya /23)
Hamd Allah’a ki, eğer kullarına, ardı arkası kesilmeyen minnetler ve açık seçik bol
nimetler karşısında hamd etmeyi öğretmemiş olsaydı, nimetlerinde tasarruf ederler, ama
O’na hamd etmezlerdi; rızkından bol bol yararlanırlar, ama şükretmezlerdi. Böyle olunca
da insanlık sınırlarından çıkar, hayvanlık seviyesine düşerlerdi. O zaman da yüce
Allah’ın Kur’an’da nitelendirdiği kimselerden olurlardı: “Onlar hayvanlar gibidirler;
hatta yolca daha şaşkındırlar.” (Furkan/44)
Hamd Allah’a ki, kendisini bize tanıttı; şükrünü bize ilham etti; rablığı gereği ilim
kapılarını yüzümüze açtı, kendisini ihlas ile birlememize kılavuzluk etti; ilhaddan
(Allah’ı inkâr) ve emrinde kuşkuya kapılmaktan bizi uzak tuttu. Öyle bir hamd ki, onunla
kendisine hamd eden kullarının arasında yer alalım ve rıza ve affını kazanma yarışında
herkesten öne geçelim. Öyle bir hamd ki, Berzah karanlıklarını bize aydınlatsın; kabirden
çıkarılmayı bize kolaylaştırsın; “her nefsin kazandığıyla cezalandırılacağı, kimsenin
zulme uğramayacağı” (Casiye/23), “Hiçbir dostun dostuna bir şey kazandıramayacağı
ve hiçbir yerden yardım göremeyecekleri” (Duhan/41) gün tanıkların durduğu yerlerde
mekânlarımızı şereflendirsin.
Öyle bir hamd ki, bizden en yüce İlliyyun’a, “Allah’a yakın olanların gördüğü ve
amellerin sayılıp yazıldığı kitaba” (Mutaffifîn/20-21) yükselsin. Öyle bir hamd ki, gözler
faltaşı gibi açıldığında onunla gözlerimiz aydın olsun; çehreler siyahlaşınca onunla
yüzlerimiz ak olsun. Öyle bir hamd ki, onun sayesinde Allah’ın acıklı ateşinden
salıverilip Allah’ın ikram dolu komşuluğunu kazanalım. Öyle bir hamd ki, onunla
mukarreb meleklerle boy ölçüşelim ve zevali olmayan keramet yurdunda mürsel
peygamberlerle birlikte olalım.
Hamd Allah’a ki, yaratılışın güzelliklerini bizim için seçti; temiz rızkları bizim için
çıkardı, verdiği güçle bizi bütün yaratıklarından üstün kıldı. Böylece, kudretiyle bütün
yaratıkları bize boyun eğmekte; izzetiyle bize itaat etmekteler. Ve hamd Allah’a ki,
kendisinden başka kimseye bizi muhtaç kılmadı. O halde nasıl O’na hamd etmeye güç
yetirebilir, ya da ne zaman şükrünü yerine getirebiliriz? Hayır, kesinlikle hiçbir zaman!
Ve hamd Allah’a ki, bizde açılma araçları bıraktığı gibi kasılma gereçleri de bıraktı; bizi
hayat esintileriyle faydalandırdı; bizde çalışma uzuvları meydana getirdi; temiz rızklarla
beslenmemizi sağladı; fazlıyla bizi zengin etti; nimetiyle bizi sermaye sahibi kıldı. Sonra
itaatimizi ölçmek için bize birtakım emirler yöneltti; şükrümüzü sınamak için bizi
birtakım şeylerden sakındırdı. Ama biz O’nun emrettiği yoldan çıktık, sakındırdığı
şeylerin içine daldık. Ancak O, bundan dolayı bizi hemencecik cezalandırmadı; acele
bizden intikam almaya kalkmadı. Aksine, rahmetiyle bir lütuf olarak, bize mühlet verdi;
şefkatiyle sabır ve hazımla (tövbe edip) dönmemizi bekledi.
Ve hamd Allah’a ki, bize tövbe yolunu gösterdi; O’nun lütuf ve fazlı olmasaydı
kesinlikle ona hak kazanamazdık. Şimdi eğer O’nun fazlından bir tek bu tövbeyi sayacak
olsak, hakkımızdaki sınavının fevkalade güzel, bize yönelik ihsanının çok büyük,
üzerimizdeki lütfunun çok yoğun olduğunu görürüz. Oysa bizden öncekiler (örneğin
İsrail oğulları) hakkında tövbe hususunda böyle bir sünneti (kuralı) yoktu. Bakınız,
gücümüzü aşan yükümlülükleri omuzlarımızdan kaldırmış; yalnızca güç yetirebildiğimiz
şeylerle bizi yükümlü kılmış; bizden, kolay olandan başka bir şey istememiş; böylece
hiçbir kimseye herhangi bir bahane ve mazeret bırakmamıştır. Dolayısıyla içimizden
helak olan, (bu kadar kolaylıklara rağmen) O’na muhalefet edendir; saadete eren ise,
O’na rağbet edendir.
Meleklerinden O’na en yakın olanı, yaratıklarından katında en değerli olanı ve kendisine
hamd edenlerin, indinde en beğenileni O’na neyle (nasıl) hamd ettiyse, onunla Allah’a
hamd olsun. Öyle bir hamd (ve övgü) ki; Rabbimizin bütün yaratıklarına olan üstünlüğü
gibi, diğer bütün hamdlerden üstün olsun. Sonra, bize ve geçmiş-gelecek bütün kullarına
olan her bir nimetinin yerine, ilminin kuşattığı bütün şeylerin sayısıca ve o nimetlerin her
birinin yerine kat kat fazlasıyla, kıyamet gününe kadar ardı arkası kesilmeksizin ebedi
olarak O’na hamd olsun.
Öyle bir hamd ki, erişilecek sınırı, sayılacak adedi, ulaşılacak sonu ve bitecek süresi
olmasın! Öyle bir hamd ki, bizi O’nun itaati ve affına kavuştursun; rızasını kazanmamıza
vesile olsun; mağfiretini elde etmemize yarasın; bizi cennetine götürsün; azabından,
gazabından korusun; O’na itaat etmemize destek, isyan etmemize engel olsun; hakkını
eda edip belirlediği vazifeleri yerine getirmemize yardımcı olsun.
Öyle bir hamd ki, sayesinde saadetli dostlarının arasında saadete erelim ve
düşmanlarının kılıçlarıyla şehit düşenlerin arasında yer alalım. Hiç şüphesiz O,
nimetlerin velisidir, hamdin (övgünün) yegane sahibidir.